Ertuğrul Gazi, doksan üç yaşında (H. 680, miladi 1281- 1282) yılında vefat ettiğinde Söğüt’e defnedilir. Ertuğrul Gazi’nin mezarı, 1281- 1285 yılları arasında ilk defa Osman Bey tarafından açık mezar olarak düzenlenmiştir. Türbe olarak yapıldığı konusunda net bir bilgi yoktur. Çünkü türbe olmuş olsaydı, Osman Bey’de vefat ettiğinde türbe içine gömülmesi gerekirdi. Osman Bey, türbenin şu an bulunduğu yerin 5- 6 metre dışında bahçeye ilk olarak gömüldüğü görülmektedir. Vasiyeti üzerine daha sonra mezarı kaldırılarak Bursa’daki Gümüşlü Kubbeye götürülmüştür.
Orhan Gazi dönemindeki bir belgede, Söğüt’te ‘’Hademe –i Türbe-i Ertuğrul’’ olarak maaş ve vazife tahsis ettiği tespit edilmiştir. Bundan da, anlaşılmaktadır ki, türbenin ilk taşları Orhan Gazi döneminde konulduğu tahmin edilmektedir.
Çelebi Mehmet Bey döneminde ise buraya bir cami yaptırıldığı göz önüne alındığında, Çelebi Mehmet, atasının mezarını türbe şeklinde yaptırdığı ya da onardığı da tahmin edilmektedir.
İlk verilere ise hicri 1171 (miladi 1757) yılına rastlamaktadır. Asıl türbe kapısının kemer bağlantısındaki bir taşın üzerinde ‘’Maşa’allah 1171’’ ibaresine rastlanmıştır. Bu taşın durumuna bakıldığında tamir edilirken yeni taşların arasına bu taşın yerleştirildiği belirlenmiştir. 1757 yılı III. Osman ile III. Mustafa dönemlerine rastlamaktadır. 1757 yılında yeniden yaparcasına büyük bir onarım yapıldığı bu taştan anlaşılmaktadır.
1832 yılında Sultan II. Mahmut döneminde Türbeyi gören Charles Texıer (Şarl Teksiye), yazdığı kitabında burayı tarif ederken ‘’Bu türbe, dutluklarla çevrili bir vadinin ağzında bulunan şehrin civarındadır. Sultanın mezarı ufak kilise tarzında ve Bursa’da inşa edilmiş olanlar gibi türbe tesmiye edilen bir binadır… Ertuğrul’un servi ve çınar ağaçları arasında yükselen kabri, doğu (kültürünün) görülecek eserlerinden biridir.’’
Charles Texıer (Şarl Teksiye), Türbenin kubbesini Selçuklu tarzında olduğu gibi sivri değil, çadırı anımsatan tarzda, yuvarlak şekilde olduğu bildirilmektedir.
Hicri 1171 yılında yapılan bu türbe, Sultan II. Abdülmecit döneminde iyice yıprandığı görülerek büyük ölçüde tamir ettirilmiş; ayrıca bir iki çeşme ve bir fıskiye ya da bir şadırvan yaptırılmıştır.
Zaman içerisinde bu binanın yıpranması ve yıkılması sebebi ile II. Abdülhamit Han 1886 yılında buranın bir haritasını çıkartarak, binayı baştan yaptırmıştır. İç bölümler, dönemin zengin çinileri ile süslenirken, sanduka da mermerden tekrar yaptırılmıştır. Dış cephesi bir avlu duvarı ile çevrilmiş, kapısını ise Söğüt’e bakar şekilde açılmıştır. Türbenin antre kısmının üstüne bir de kitabe konulmuştur. Kitabe güzel bir nesih ile 12 satır halinde 24 mısradan oluşmaktadır.
Bugünkü şekliyle türbe, altıgen bir planda üstü kubbeli ve doğu tarafına bir antre ilave edilerek yapılmıştır. Duvarları bir sıra taş, üç sıra tuğla ile örülmüştür. Kubbe kurşunla kaplanmış alt sırada bulunan üç pencere ile aydınlatılmıştır.
1900’lü yılların başında, Ertuğrul Gazi Hazretlerinin türbesi, devlet hazinesinden ve Eski Söğüt Kaymakamı Zühtü Beyin nezaretinde tekrar mükemmel olarak tamir edilmişti.
Türbenin içi çeşitli nakışlar, çiniler ve padişah hazretlerinin büyüklüğüne yakışır, avize, şamdan ve büyük saatlerle süslendi. Padişah hazretlerinin hayırlara vesile olması için gönderdiği şal (örtü) mübareğin sandukasına örtüldü. Gazi Hazretlerini haremi (eşi) ile Türbe-i Şerif’in dışındaki bahçede defnedilmiş bulunan oğlu Sarı Yatı (Savcu Bey) ile Hazreti Gazi’ye, yiğitlikleri ile çok fazla hizmet etmiş olan beyler ve aşiretin ileri gelenlerinden 25 kişinin yıkılmış ve dağılmış mezarları tekrar onarıldı ve isimlerine taşlar yaptırılarak dikildi. Bu mezarların etrafına demir parmaklıklar çekildi.
Ertuğrul Gazi Türbesi işgal dönemlerinde en zor günlerini geçirmiştir. Timur’un Anadolu seferi sırasında Söğüt’ün ve Türbenin zarar gördüğü anlatılmaktadır. Ancak en büyük zararı Yunanlıların Anadolu işgali sırasında olmuştur.
Yunanlılar II. İnönü Muharebesi sonrası geri çekilirken Söğüt’ü yakmışlar ve Ertuğrul Gazi Türbesine bugün bile delilleri olan zararlar vermişlerdir. Türklerin altınları türbede saklı dendiği için altın aramak bahanesi ile türbenin sandukası açılmış ve talan edilmiştir. Altın bulamayınca da ‘’Kalk koca Türk, evlatların ne halde gör, gel de onları kurtar’’ diyerek hakaret etmişlerdir. Bununla da kalınmamış, demir kapaklı pencerelere ve duvarlara sıktıkları mermiler bugün bile görülebilmektedir.
Bu dönemde çiniler sökülmüş, değerli el yazması Kuran-ı Kerim ve değerli avize, şamdan ve kilimler Yunanlılar tarafından yanlarında götürülmüştür.
Yunanlıları, Gündüzbey hattından kovalamaya başlayan Türk birlikleri ise yetişmiş, evlatlarının nerede olduğunu soran talancı Yunanlılara gücünü göstermiştir.
Söğüt kuruluş itibari ile anayol üstü kasabasıdır. Mudanya-Bursa’dan ve Gemlik İskelesi’nden gelerek Konya’ya doğru uzanan tarihi yol Söğüt’ün içinden geçmiştir. Özellikle İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesinden sonra Mekke’ye, Söğüt’e uğranılarak gidilmiştir. Bu sebeble bu yola Hacılar Yolu adı verilmiştir. Bu yol, Küsnük ve Mezarlık bölgesinde bulunmaktadır. Söğüt’ün tarih sahnesindeki parlak dönemi 13.yy sonlarında başlar. Bu dönemde doğudan gelen Oğuz Türklerinin Kayı Boyu bu küçük kasabada sınırları Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılan Osmanlı Cihan Devleti’nin ilk nüvelerini oluşturacaklardır.
Osman Gazi’nin Gördüğü Rüya:
Rüyasına göre, Şeyh Edebali'nin koynundan çıkan bir nur, Osman Bey’in koynuna girer. Bu nurun girmesiyle vücudundan bir ağaç çıkar. Ağaç birden dallanıp budaklanarak bir sürü ovaları, dağları ve nehirleri gölgesine alır. Buralardan pek çok insan faydalanır. Şeyh Edebali bu rüyayı dinleyince, "Ertuğrul oğlu Osman, babandan sonra sen bey olacaksın, kızım Malhatun ile evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nur budur, asil ve temiz soyunuzdan pek çok padişahlar gelecek. Onlar milletleri bir çatı altında toplayarak Allah’ın izni ile onların huzur ve saadet içinde yaşamalarını, İslam la şereflenmelerini sağlayacaklardır" diye tabir etmiştir.
Nihayet Ertuğrul Gazi 1281’de vefat edince, aşiretin uluları tarafından Osman Bey beyliğe seçilmiştir. O da babası gibi Selçuklu Sultanına bağlı kalmıştır. Sorkun, Taraklı, Göynük üzerine seferler düzenleyerek topraklarını genişletmiştir. Yarhisar ve Bilecik’i zapt etmiş ve 1299’da İnegöl’ ü fethetmiştir. Bu sırada III. Alaeddin Keykubat’a karşı İlhanlıların başlattığı isyan hareketinde sultanın yanında yer almıştır. Bu yararlılıklarından dolayı ve hem de fethettiği yerlere karşılık Osman Bey’e sancak ve alem verilmiştir. Osman Bey’e verilen bu hediyeler ve hediyelerin kabulü esnasında Küsnük (Kösnük) mevkiinde kös çalınışı, tarihçiler tarafından yeni bir devlet kurmaya doğru atılmış büyük bir adım olduğu kabul edilir.
Aşık Paşa tarihinde rivayet edildiğine göre, Karacahisar alındığında boş kalan evlere Germiyan ilinden ve diğer illerden Müslüman halk buraya yerleştirilir. Pazar kurulur. Halk toplanarak cuma namazı kıldıracak ve aralarındaki anlaşmazlıklara çözüm bulacak bir kadı isterler. Bunun üzerine Osman Bey halkın rızası ile bacanağı Dursun Fakıh’ı imam hatiplik ve kadılık için görevlendirir. Dursun Fakıh 28 Eylül 1299’da Karacahisar’da cuma namazında bağımsız devlet olma anlamına gelen ilk hutbeyi Osman Bey adına okumuştur. Böylelikle, Osmanlı Cihan Devletinin kuruluşunun ilân edildiği kabul edilir.
Söğüt, Bursa’nın fethine kadar Kayı Aşireti’nin (Uç Beyliği olarak) merkezi olmuştur. Söğüt kısada olsa Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olmuştur. Bursa’nın fethi ile birlikte başkent Bursa olmuş, Söğüt ise Sultanönü Sancağı’na bağlı bir nahiye merkezi olmuştur.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Söğüt:
"Söğüt, Bursa sancağı hükmünde, Lefke kazası nevahisinde hakimli, bağlı bahçeli, arı havası, lâtif bir kasabadır. 700 kadar kiremitle örtülü Türk hanelerini havi, müteaddit camili, han ve hamamlı, çarşı ve pazarlı bir yerdir." diye bahseder. Bu mütevazı belde çeşitli istilâlara da sahne olmuştur. Evliya Çelebi bu konuda; "Osmancık bey olunca babası Ertuğrul’u bu Söğüt şehrinde defnedip, şehri de mamur etti. Bâdehu Yıldırım asrında Timurlenk bu şehri yağma ve harap etmiştir ki, hâlâ Ertuğrul Türbesi bile o kadar mükellef bir âsitâne değildir." diye haber vermektedir.
Çelebi Sultan Mehmet döneminde ve Sultan II. Abdülhamit döneminde Söğüt’te yeni imar çalışmaları yapılmıştır.
II. Abdülhamit, saray muhafızlarını Söğüt ve çevresi gençlerinden seçtiği gibi Karakeçili Aşireti’nin Söğüt’ü ziyaretlerine de resmi bir sıfat kazandırmıştır.
Söğüt’e 1905’de kendi adıyla da anılan bir cami ve bir okul yaptırmıştır. Mondros Mütarekesi ( 30 Ekim 1918 ) sonrasında Anadolu’nun pek çok yeri gibi Söğüt de işgal edilmiştir. Kurtarıldığında ise eski Söğüt’ten pek fazla bir şey kalmamıştır.